Çarşamba, Eylül 26

SuSKuN

"İki şey ruhumuzu karartır" der Sadi;
"Biri konuşacakken susmak, diğeri susacakken konuşmak"..
İkinciler sebil etrafta...

Görmüyor musunuz, günler boyu din­mek bilmez bir laf çağlayanı, taşıyor dudaklardan, sokaklardan, ekranlardan, sayfalar­dan...

Geveze süvarilerden gürültülü bir ordu, aczini dilinin altına saklayarak yalın kılıç üstü­müze yürüyor her gün...

Mızrak oluyor, iğne oluyor, yılan oluyor, saldırıyor, batırıyor, sokuyor da bir türlü sus­muyor dili...

Asıl düşmanı sessizlikmiş gibi...

konuş­masa yenilecekmiş gibi...

* * *

Ya konuşacakken susanlar...?

O geveze ordunun palavradan tozunda boğulanlar...?

Onlar, ki konuşma özürlüdürler, tükürük­ler saçarak ve kimi zaman hakarete bulaşarak cümle cümle üstlerine yağan bu dilbazlığa sükutun kalkanıyla direnirler..

Biri diliyle kırbaçladıkça lafazanlık atını, diğeri gemler dilinin halatını...

Pervasızdır sözcükler; ve suskunlar, lafın zulmünü işittikçe hepten sesten kesilirler..

İnatçı bir çocuk gibi, kimi zaman başını öne eğerek, kimi zaman karşısındakinin gözünde anlayış bekleyerek, ama her daim sözcükleri boğazında düğümleyerek bakar ve susarlar..

Şişer dilleri ağızlarında; dudakları ısırıl­maktan yara olur; yine de çözülmez çenelerindeki mühür...

Çünkü bilirler ki, gürültü ormanında laf­lar kifayetsizdir ve hiçbir söz, o an sükut kadar manalı değildir..

Bakışlarının yeterince bağırdığını varsa­yarak ve bunun işitilmemesinden her defasında daha da ağır yaralanarak, anlaşılmayı beklerler tevekkülle...

Küfrederler ketumluklarıyla, yalvarır, haykırır, zulmederler..

Sanırlar ki suskunluklarındaki soyluluk örter, diyememe naçarlığını; konuşma aczi, konuşma azmini bastırır..

Lakin her daim ikrardan sayılır sükut...

Diyebilen, diyemeyenin sessizliğinde, ye­ni tüyler eker, tüyü bitmiş diline...

Diyemeyen, ağzında düğümlenmiş isyan halatlarıyla sessizliğe gömülür..

Susar, asıl düşmanı sesmiş gibi, dese ölecekmiş gibi...

* * *

Ah ses, baltasıdır acizin; onu allayıp pullayıp kah adam kandırmaya, kah fikir budamaya gider..

Kulağından çok çalışır ağzı; duyduğun­dan çok söyler..

Dinlemez karşısındakini, dırdırıyla ezer..

Ve suskunun bir türlü dil vermez ağzı; yuttuğu laflar ağırlaşır boğa­zında zamanla, isyanını ruhunun uçsuz bucaksız dehlizlerine gömer, içine attıkça içi şişer..

İşte o zaman kapanır içine...

Yıllar yılı çıt çıkarmadan, gık demeden, suspus olup yuttuğu sözcüklerle he­saplaşır içinde, kimseye diyemedikle­rini der kendine, dinler kendini; ken­dinin tek sırdaşı, dert ortağı olur..

* * *

Bir deniz kenarında, bir orman yolunda, bir hastane koridorunda ya da şurda burda, kendi kendine konu­şan ya da mütevekkil susup oturan birini görürseniz konuşun onunla...

Muhtemelen ruhu kanamaya yüz tutmuştur çünkü..

Susacakken konuşanların zulmün­den, konuşacakken susmuştur..

Pazar, Eylül 23

Özleme dair..

Yüreğimi sıkıştıran bu kesif hüzün, belki de terketmişlere özgü gizli bir terkedilme duygusudur.

Özledim seni...

Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...

Beynimi uyuşturu­yor özlemin...

Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca yıl içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlı­yorum. Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime sapla­nan bir sızı olmaktan çıkıp mütemadi bir boşluğa dönüşüyor. Sabahlara seni ok­şayarak başlamaları akşamları, her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, sevimli ha­şarılığını, çocuksu küskünlüğünü...

Nasıl da serttin başkalarına karşı be­ni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken... ya da kolyeni çözdüğümde kollarıma atlarken...

Hasta olduğunda, o korkunç kriz ge­celerinde günler, geceler boyu nöbet tuttuk başında... o şen kahkahalarına yeniden kavuşabilmek için sessiz dualar ederek...

"Atlattı" müjdesini kutlarken yor­gun bedenindeki yaraları okşayarak, doktorun böldü sevincimizi: "Yaşayamaz artık bu evde... yüksek binalar ve be­ton duvarların gri kentinde" dedi, "O gitmeli... ve kendine yeni bir hayat çizmeli..."

Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana...

Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unut­mandan geçtiğini bilmek...

Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" de­mek...

"Beni ne kadar ça­buk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor... Sesimi, kokumu çe­kip alıvermek beynin­den, sesin, kokun hâlâ beynimdeyken...

...seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...

... yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek...

... ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlik­te güneşlendiğimiz on­ca yazı, yanyana titreş­tiğimiz onca kışı, pay­laştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...

... ne zor hiç tanımadan seni emanet ettiğim bir şoföre "Hızla uzaklaş buradan ve gidebileceğin kadar uzağa git" demek...

... yokluğunu beklemek, ne zor...


* * *

Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engel­leri aşıp terkedilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları. yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...

Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum. Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terkedilme korkusunu da yüre­ğimin derinlerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve

"Geri dön bebeğim" demek istiyorum:



"Geri dön... "

Çarşamba, Eylül 19

alışkanlık..

Ne kadar küçük şeyler için ağlardık
Bir tutam saç, bir oyuncak araba, bir bebek...
Şimdi büyüdük..
Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri..
Ölümler, iflaslar, savaşlar..
Şimdi daha mı güçlüyüz,
Yoksa daha mı alışkın ?
Hayatı öğrenmek
Alışmak mı acaba ?

Pazar, Eylül 9

kaçamak bir gece sohbetinden -1-



...bzn yalnızlık okdr derinleşiyor ki, çırılçıplak kalsan da bütün eklentilerinden sıyrılıp karışamıo insan toprakla suyun içiçe geçtiği gibi.. hayallerim war daha.. ilk kıpırtılar için, kendim hakkında durmadan soru işaretler üretiyrm..
bi can ki istediğim konuşmadan duysun, desteğim, tutkum, nefesim olsun.. bigün, çok hayal kurmuşum, gençlik işte demek istemiyrm.. öylesi hayatımda diğer yarım olsun.. elimden tutup bana duwarın ardındaki bahçeleri gösterecek bir can, şüphelerden arınmış.. yük değil destek istiyrm.. korku, telaş değil güwen, sıcaklık, huzur istiyrm.. Rabbim böylesi bi canla tekrar sımsıcak etsin yüreğimi inş..