
Hayatımız boyunca ne kadar çok insana rastlarız, ne kadar çok insanla konuşuruz ve onlara dokunuruz, ama onlardan sadece bazılarını arzularız ve sadece birkaçına ya da birine aşık olabiliriz.. Aşk seçicidir çünkü.. Bazen hoşlandıklarımızla ve arzuladıklarımızla bir daha karşılaşma şansımız olmaz.. Bazen onlarla tekrar karşılaşırız belki ama, çok küçük ayrıntılarda belirebilen aşk vaatlerini göremeyiz.. Gerçekliğin, aslında hayal gücünden ne kadar daha zengin olduğunu kestiremeyiz, bir anıya bile dönüşemeden bir bir çekip gider ihtimaller ve aşksız ayrıntılar.. Yalnızlığımız, biz farkına varmadan, usul usul olgunlaşmaya başlar böylece
Düzeltme imkanı bulamayacağımız hatalarımızdan ne kadar korksak da, cesaret göstermekten de o kadar korkarız bazen.. Yıllar geçtikçe hepimizin hayatında yarım kalmış, yaşansaydı ne olurdu bilinmez yakınlıklar birikir durur bu yüzden.. Kaçırdığımız 'an'lar, sahip olamadığımız gizemli anıları çoğaltırken, biz ertelemeye devam ederiz.. Karşısına çıkan bir aşk ihtimaline, kendisini hiç esirgemeden sunan kaç kişi vardır?? "Hiçbir sakınma duymadan sevmek, karşılığı durmadan ödenen bir lükstür" der Pavese.. Bu pek sık rastlanır bir şey değildir aslında.. Hiçbir sakınma duymadan sevmek, (Pavese'nin yaşadığı) modern zamanlarda bile karşılığı durmadan ödenen bir lüks ise şayet, post modern zamanların sonunda, ne anlam ifade edebilir ki?? Hiç.. Şimdiki zamanlarda, sakınmadan sevebilmek özel bir kabiliyet işidir çünkü. Böyle bir kabiliyet sahibi bulunsa bile, karşılığı durmadan ödenecek olan duygusal birikimler lüksü, kimde mevcut ki zamanımızda?? Sakınmadan sevenlerin hikayeleri bu yüzden edebiyatın ve sanatın vazgeçilmez temaları arasındadır.. Böyle hikayeler kuşaklardan kuşaklara anlatılarak, hiç değilse duygusu yaşatılmaya çalışılır.. Bir bakıma "aşk"ın varlığını kanıtlamaya çalışan kederli hikayelerdir onlar.. Ama bir çoğu gerçektir, tıpkı Brahms'ın hayatı gibi..
Bizim düzende ise aşk işleri de sisteme uygun, kırık dökük yürüyor işte..